Kriptonun gerçekleri. İkinci Bölüm: Değiştirilemez token’lar

Yazı dizimizin ikinci bölümünde Ethereum’u ve getirdiği akıllı sözleşme, DAO ve NFT gibi yenilikleri ayrıntılarıyla ele alıyoruz.

Yazı dizimizin kripto para birimleri hakkında temel bilgiler veren birinci bölümü ağzımızda buruk bir tat bırakmıştı. Kripto para birimlerinin aslında birer para birimi olmadığını, sadece (Wall Street’ten sonra) dünyanın en büyük ve en erişilebilir kumarhanesini yaratmayı başardıklarını savunmuştum. Yazıyı kripto para meraklılarının büyük olasılıkla provokatif bulacağı bir ifadeyle bitirmiştim: Blok zinciri, sorununu arayan bir çözüm…

Bu ifadeye karşı argümanlar eminim Ethereum için de kullanılıyor. Başka bir blok zinciri olan ve birinci bölümde birkaç defa değindiğim Ethereum’a şimdi esaslı bir giriş yapacağız. Bitcoin’e kıyasla büyük kavramsal iyileştirmelere sahip olan Ethereum, “akıllı sözleşmeler” etrafında şekillenen çok çeşitli yeni uygulamalar getirdi. Merkezsiz Otonom Organizasyonlar (DAO’lar) ve Değiştirilemez Token’lar (NFT’ler) bu uygulamalardan bazıları. Böylece kendimizi Ethereum’un ortaya çıkardığı şeyler hakkında fikir yürütmeye başlamadan önce yeniden bu teknolojinin teknik yönlerini derinlikli olarak inceleme ihtiyacı içinde bulduk.

Ether sahneye giriyor

2013’te, genç bir Bitcoin meraklısı olan Vitalik Buterin kendi tasarladığı bir kripto para birimini yayınladı. Buterin’e göre blok zincirinin yalnızca basit işlem kayıtları içermesi için hiçbir sebep yoktu. Bunun yerine kod içerse nasıl olur diye düşündü.

Ne de olsa blok zincirlerine çok fazla kod sığabilirdi!

Ethereum altta yatan “para birimini” (Ether) bir hesaptan diğerine göndermeyi desteklemeye devam etse de bundan çok daha fazlasını yapabiliyor. Ağın katılımcıları programlar yazabiliyor (“akıllı sözleşmeler”), bunları blok zincirlerinde depolayabiliyor ve açtıkları fonksiyonlarla diğer insanların etkileşim kurmasını sağlayabiliyor [1] Bu blok zincirinde kullanılan Solidity adlı programlama dili, programlayıcıların belirli izinlere sahip (örneğin, yalnızca sözleşmenin şu anki sahibi erişebilir) veya bir ödemenin havale edilmesini gerektiren işlevleri tanımlamasını sağlıyor ve akıllı sözleşmelerin temelini oluşturuyor.. Bu atılım blok zincirinin doğasını değiştirdi; Bitcoin dağıtılmış bir veritabanıyken Ethereum program durumlarının dağıtılmış bir kaydı haline geldi. İşlem ücreti konsepti (artık “gas” deniyor) bu yeni paradigmaya göre elden geçirildi ve artık kullanıcıların yürütülen talimat başına ücret ödemesi gerekiyor [2] Talimat başına ücrete gönderici tarafından seçilen farklı bir miktar da eklenebiliyor. Daha büyük bir “bahşiş” vermek, işlemin sırada öne geçip diğerlerinden önce işlenmesini sağlıyor. Birden fazla kişinin alım için rekabet ettiği durumlarda bu “gas savaşlarına” yol açıyor. Tüm zamanların rekoru (1 Mayıs 2022’de) 200.000 USD civarındaydı.. Ağın katılımcıları yalnızca eskisi gibi işlemleri doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda istenen fonksiyonlar yürütüldükten sonra yeni durumu işleyip depolamak için sözleşmenin kodunu da çalıştırıyorlar. Bu da Ethereum kullanıcılarının sistemin genelinden ortaya çıktığı iddia edilen bir meta bilgisayarı çağrıştıran “Ethereum Sanal Makinesine” başvurmasına yol açıyor.

Bu konsept sayesinde Ethereum, dağıtılmış ancak güvene dayalı olmayan yerleşik programlama çerçevesiyle bilgi işlem algımızda bir devrim tetiklemeyi umuyor. Bunun altında yatan fikir, Bitcoin’in bankacılık endüstrisinin üstüne giderken hırstan yoksun olması. Ne de olsa diğer bir çok endüstri de üstünde dikkatle düşünülmüş bir akıllı sözleşmeyle değiştirilebilecek aracılarla ve güvenilen taraflarla dolu. Örneğin, sigorta şirketleri, kargo dağıtım sistemleri, hatta belki günün birinde devletler.

Akıllı sözleşmeler (aslında aptal programlardır)

Alana özgü (ve doğrusu gereksiz) terminolojinin çok fazla kullanılması büyük olasılıkla sizin de dikkatinizi çekmiştir. Kripto para dünyası, finans sektörünü örnek alarak yaptığı şeyleri kulağa etkileyici gelen bir jargonun arkasına gizliyor. Bunun faaliyetlerini incelemek isteyen insanları caydırmaya yönelik bir girişim olduğundan şüpheleniyorum. Bütün yazı dizisi boyunca buna karşı mücadele vermemiz gerekti.

Akıllı sözleşmeler de bunun tipik bir örneği. Gerçek dünyada çok güven verici bir çağrışıma sahip olduğu için bu ismin verildiğini düşünüyorum. Sözleşmeler güvenli şeyler olarak algılanıyor, dolayısıyla bir de “akıllı” olduklarında doğal olarak asla şaşmayacaklarını düşünüyoruz. Ne yazık ki “akıllı sözleşme” kavramı için kullanılan her iki sözcük de yanıltıcı. Birincisi, yalnızca programcıları kadar akıllılar; bunun ortalama olarak ne anlama geldiğini okuyucuya bırakıyorum. İkincisi, (blok zinciri operasyonlarının geri dönüşsüz olmasından ötürü) bağlayıcı olsalar da, geleneksel olarak gerçek hayattaki sözleşmelerle ilişkilendirilen hiçbir garantiyi sağlamıyorlar. Sözleşme ihlal edildiği takdirde ya da sözleşmeyi imzalayacak yetkiye sahip olmadığınız ortaya çıktığında (örneğin, reşit değilseniz) veya sözleşme yasal değilse başvurabileceğiniz bir kripto mahkemesi yok. Akıllı sözleşmelere dApp, yani merkezsiz uygulama da deniyor; bence bu biraz daha iyi bir terim.

Etheruem’a inananlar, akıllı sözleşmelerin doğasına ve değerine yönelik tüm itirazları, Kod Kanundur deyişiyle sistematik olarak reddediyor. “Kod Kanundur” düşüncesinin altında, akıllı bir sözleşme koddan oluştuğu için hile yapılmasına fırsat tanımayacağı fikri yatıyor. Sözleşmenin içinde her ne varsa ağdaki nötr makineler tarafından yürütülüyor ve blok zinciri mekanizması sonuçla oynanamayacağına dair güçlü garantiler sunuyor. Sözleşmeyle tüm etkileşimler de (fonksiyon çağrılarıyla) blok zincirinde herkese açık şekilde kayıt altına alınıyor. Kuralların dışına çıkmak çok bariz olacağından kimse buna yanaşmıyor. Peki sorun ne?

Bir tanesi, sınırlı programlama deneyimine sahip olan birinin bile açıkça görebileceği bir sorun. Diyelim ki hacker’ın her şeyi kazandığı yerleşik bir hata ödülü sistemiyle çok büyük miktarlarda parayı idare etmek için bir kod yazmanız gerekiyor ve dünyadaki herkes bu kodla etkileşime geçmeden önce tek bir şansınız var. Blok zincirinde verileri modifiye edemeyeceğinizi ve insanlar kullanmaya başladıktan sonra sözleşmeleri değiştirmenin oldukça kötü olacağını da unutmayın [3] Aslında yükseltme mekanizmaları sağlamanın yolları var, ancak bunlar hem çok pahalı hem de karmaşık mimariler kurmayı gerektiriyor. Ayrıca işin içine bu tür ihtimaller katıldığında hataları yamalama becerisi, sözleşme geliştiriciler için Catch-22 gibi kötüye kullanım olasılıkları ortaya çıkarabilir.. Sıfır hata yapacağınıza ne kadar güvenebilirsiniz?

Soruna diğer taraftan yaklaşalım; bir akıllı sözleşme kullanıcısı olarak, gerçek bir kod denetimi gerçekleştirmek gerektiğinde “gerçek rıza” alma olasılığınız nedir? Bu kesinlikle teorik değil. Geçtiğimiz Nisan ayında birkaç hatanın keşfedilmesiyle AkuDreams NFT projesi ciddi bir terslikle karşılaştı ve dApp tam bir çıkmaza girdi. Sonuçta 34 M USD değerinde para sonsuza kadar sözleşmenin içinde kaldı, orijinal geliştiricisi dahil hiç kimse fonlara erişemiyor [4] dApp’deki hatalara dair, bir sözleşmenin ruhunu yok edebilecek türden trajik kurnazlıkları iyi gösteren derinlikli bir analize buradan ulaşabilirsiniz.. Böyle bir durumda “katı da olsa kanun kanundur” mu diyeceğiz?

Değişmez programların aykırılığı

Optimistler bu noktada kaç tane hatalı sözleşme örneği verirsem vereyim bunun sözleşmelerin doğru şekilde uygulanamayacağı anlamına gelmediğini, alanın sadece olgunlaşmak ve uzmanlık kazanmak için daha fazla zamana ihtiyaç duyduğunu söyleyebilir. Fakat ben tam tersini savunuyorum: Alanın nesnel olarak basit uygulamaları güvenli şekilde geliştirme becerisinden ne kadar yoksun olduğunu gördükçe daha karmaşık sözleşmelere geçme fikri iyice akıl dışı geliyor. Sigorta poliçelerinin dApp’e çevrilebileceğine inananlar ya sigorta poliçelerinin ne kadar karmaşık olduğundan haberi olmayan programcılar ya da hayatında tek satır kod yazmamış sigortacılar (üstelik blok zincirlerinin yangınlar ve araba kazaları gibi gerçek hayatta yaşanan çoğu şeyden bihaber olmasını da gözardı ediyorum).

On yıldan uzun süredir güvenlik endüstrisinde çalışan biri olarak, gerçek hayattaki teknolojilerin yanızca tek seferde yazılabilen bir ortama taşınabileceğini ciddi ciddi düşünen herkesin kafayı yemiş olduğunu söylemem gerekiyor. Blok zincirinin (bu yazı dizisinin birinci bölümünde sıralanan) sorunlarını hesaba katmasak bile, tarih bize programlama hatalarının daima olduğunu ve olacağını, yamaların hayati önem taşıyan birer gereklilik olduğunu gösteriyor. En kötü ihtimalle günün birinde, tıpkı geçmişte birçok başka programlama dilinde olduğu gibi Solidity içinde de bir tasarım hatası keşfedilebilir. O zaman bütün bu sözleşmelere ne olacak?

Esnekliğin olmaması her açıdan sancılı bir durum. Blok zincirinde olan olmuştur; hatalı programlar geri alınamaz, bir şekilde mahkeme kararı çıkarmayı başarsanız bile kazalar ve hacklemeler geri çevrilemez. Mali yıkımdan bir tık uzakta olduğunuz böylesi acımasız bir ekosistem, elbette dolandırıcılar için de bulunmaz bir nimet (bu konuya daha sonra değineceğim).

Merkezsiz Otonom Organizasyonlar (DAO)

NFT’lere geçmeden önce tanıtmak istediğim son bir kavram daha var; bu kavram, tüm kripto para endüstrisi hakkında en iyi fikri verecek inanılmaz bir hikaye anlatmamı sağlayacak.

dApp’lerin ne olduğunu anladığımıza göre, bunların bir tür yönetişim sistemi olarak da kullanıldığını hayal etmek zor olmasa gerek. DAO’ları kullanıcıların fon havuzu oluşturabildikleri akıllı sözleşmeler olarak düşünebilirsiniz. Sözleşme, fonların nasıl kullanılacağı hakkında ne şekilde oy verileceğine, bu oyların hangi şartlarda nasıl geri çekilebileceğine vb. dair önceden belirlenen bir dizi kuralı kod haline getiriyor (bu kurallar doğru şekilde uygulanabilir veya uygulanmayabilir).

Taraftarlarına göre DAO’lar toplumda devrim yaratma ve güç yapılarını yeniden tanımlama potansiyeline sahip; şeffaf ve adil yönetim biçimlerine olanak sağlayarak topluluk yönetiminin geleceğini temsil ediyorlar. Ne var ki ben sosyal etkileşimleri siber dünyaya kazınmış sabit kural dizileriyle çözme fikrini tam aksine oldukça kusurlu buluyorum. Sosyal etkileşimler koda çevrilebilse bile (ki çevrilemez), hatalar ve ortaya çıkan problemli davranışlar olmadan uygulanabilse bile (ki uygulanamaz) normlar sürekli bir değişim içerisindedir. Dünya her gün değişiyor. Bazen dünkü kuralları bugün bozmamız gerekiyor.

Mayıs 2016’da yaratılan ilk DAO’nun adı sadece DAO’ydu. Bu benzersiz sosyal deneyin potansiyeline ve bunun bir parçası olma fırsatına kapılan insanlar projeye akın etti ve proje o günlerde yaklaşık 150 milyon USD topladı. DAO’nun merkezsiz bir girişim sermayesi fonu olarak işlemesi gerekiyordu. İnsanlar iş konusunda bilgili (şüphesiz ünlü Reddit Ekonomi Fakültesi’nden yeni mezun olan) DAO üyelerine projelerini sunacak, üyeler de oy yetkilerini kullanarak hangi projelerin destekleneceğine karar verecekti.

Ne yazık ki bir başka akıllı sözleşme güvenlik açığı, bir saldırganın fon tarafından yönetilen ETH’in yaklaşık üçte birini çalmasıyla sonuçlandı. Çalınan para, blok zincirindeki tüm kripto paranın yaklaşık %5’ine tekabül ediyordu. Bu da benzer bir “ne olursa olsun kod kanundur” meselesi gibi görünse de ekosistemde o kadar fazla büyük oyuncu zarar gördü ki bir “sert çatallanma” (hard fork) organize edilebildi. Blok zincirinin hileyle yapılan işlemin hiç gerçekleşmediği bir kopyasını oluşturdular ve bunu kullanmaya başladılar. Özünde gerçekliği iki alternatif versiyona ayırmış oldular. Hem tüm büyük aktörler hem de Ethereum’un geliştiricileri resmi olarak bu hacklenmemiş “alternatif zaman akışına” geçtiler; o zamandan bu yana da bunu kullanıyorlar. Böylelikle alternatif versiyon de facto standart haline geldi. Olayın ardından Ethereum Classic olarak adlandırılıp üçüncü sınıf bir kripto para birimi olarak hayatına devam eden diğer versiyon ise o kadar merkezileşti ki 2019’da bir %51 saldırısı meydana geldi.

Ethereum geliştiricileri hacklenmedikleri bir paralel evrene geçiş yapıyor

Bu hikaye, eşitlikçi ve merkezsiz bir ekosistem mitini yerle bir ediyor. Sakın yanlış bir fikre kapılmayın; bu işe bulaşıp dolandırılırsanız blok zinciri sizin için değiştirilmeyecek. Ancak elitler tehdit altında olduğunda bütün garantiler çöpe atılıyor ve sistem içerisindeki devasa finansal ve politik güçlerini kullarak kendilerini kurtarıp üstünlüklerini yeniden kurmanın bir yolunu [5] Daha fazla DAO çılgınlığı duymak istiyorsanız size “beceriksizlik ve kibir” kategorisinden SpiceDAO hikayesini önerebilirim. Hikayede, yönetmen Alejandro Jodorowsky’ye ait çekilmemiş bir Dune film uyarlamasının senaryosunu ele geçiren bir grup, bunun sayesinde eğlence sektöründe büyük bir holding kurabileceğini düşünüyor ve işler gelişiyor. (gerekirse blok zincirinin dışına çıkarak) mutlaka buluyorlar.

Nihayet: Değiştirilemez Token’ın tanımı

Sonunda tüm arka plan bilgilerini edinip NFT’lerin ne olduğunu açıklayacağımız kısma geldik. Kavramsal açıdan karmaşık oldukları için NFT’lerin birkaç farklı açıdan tanımlanması gerekiyor. Pratik yönden bakıldığında bir NFT, blok zincirine kayıtlı bir mülkiyet sertifikası. Bunu gerçek hayattaki kumarhane pullarına benzetebiliriz: Pul sizdeyse karşılık geldiği miktar sizindir, ancak bir başkasına vermekte veya bir alıcı bulursanız satmakta da özgürsünüz. Teknik olarak bu pullardan (token’lardan) birini veya daha fazlasını tutan şey bir akıllı sözleşmedir. Bunu, kimin hangi token’a sahip olduğunu ve transferlerini gerçekleştiren fonksiyonları listeleyen bir hesap çizelgesi gibi düşünebiliriz.

Kaynağın kendisini blok zincirinde depolamak çok pahalı olacağı için akıllı sözleşmeler tipik olarak her bir token’a karşılık gelen kaynağa işaret eden bağlantıları barındırır. Bu bağlantılar en kötü ihtimalle düz bir HTTPS bağlantısı olabilir, bu durumda bağlantı çürümesi yaşanabilir (yani, alan adının tarihi geçeceği veya el değiştireceği için birkaç yıl sonra URL hiçbir yere çıkmayabilir). IPFS bağlantısı kullanmak daha iyi bir yaklaşım olsa da, o da kusursuz değildir. Bir de tabii depolamayı kontrol eden kişinin satış sonrasında bağlantının öbür ucundaki şeyi bir kaka emojisiyle değiştirmeyeceğine de güvenmeniz gerekir.

Bir bağlantı satın aldığınızda olan budur

Kuşkuyla “Bir dakika, bu kadar mı?” diye sorabilirsiniz. Evet. Hepsi bu. Değiştirilemez bir token sahibi olmak, bir yerlerde bir akıllı sözleşmenin “ID numarası 0x12345 olan pula [Şu İsimdeki Kişi] sahiptir” diyen bir durumda olması anlamına gelir. Bu mülkiyetten ne gibi haklar veya yetkiler çıkarabileceğiniz çok fazla değişkenlik gösterir. Token’lar daha farklı uygulamalar tarafından da kullanılabilir. Örneğin, bir geliştirici belirli kanallara yalnızcı belirli bir token’a sahipseniz erişebildiğiniz bir anlık mesajlaşma uygulaması yaratabilir. Ya da belirli bir dApp ile yalnızca belirli bir token’a sahip olanlar etkileşim kurabilir. Bu kullanımlardan bazıları sadece bir takım sosyal inşalar da olabilir. Örneğin bir sanatçı, her bir eserin bir token’a karşılık geldiği ve token’a sahip olan kişinin ilgili dosyaya da sahip olduğu bir dApp yaratabilir. Bu da bizi NFT alanındaki çok tartışmalı bir soruya getiriyor.

Dijital mülkiyet ne anlama gelir?

Dijital ürünlere sahip olma fikri, NFT’lerin ortaya çıkmasından çok uzun süre öncesinden beri var. Oyuncular kullanıp değer elde edebilecekleri (örneğin canavarları daha kolay öldürebilecekleri) S Tier ekipmanlar edinebilmek için MMORPG’lerde yıllardır uğraşıp duruyor. Yine de bu oyun içi nesnelere aslında sahip olmadıkları, bunların oyun geliştiricinin veritabanındaki birer girdiden ibaret olduğu savunulabilir. Böyle bir nesne teorik olarak her an silinebilir; hatta günün birinde oyun artık desteklenmemeye başladığında ve sunucuları kapatıldığında mutlaka silinecektir. NFT destekçilerinin gözünde bu durum, mülkiyet bilgilerini keyfi kararlara karşı güvende olacakları blok zincirine geçirmek için iyi bir sebep (tabii akıllı sözleşmede herhangi bir arka kapı veya hata olmadığını varsayarsak). Oyun ortadan kalkarsa veya oyunun geliştiricisi bundan sonra kullanamayacağınızı söylerse blok zinciri destekli +100 kılıcınızla ne yapacağınızı hala bilmiyoruz, fakat bunu da boşverin.

Daha acı bir gerçek var: Sadece dijital alana özgü bir mülkiyet konsepti yok ve asla olamaz. Yazılım endüstrisinin geri kalanı bunu çok uzun zaman önce anladı. Çevrimiçi olarak bir program satın aldığınızda, size yazılımı kullanmak gibi belirli haklar veren bir lisans almış oluyorsunuz. Fakat programın sahibi siz olmuyorsunuz; program, geliştiricisinin fikri mülkiyetinde kalmaya devam ediyor. Diğer yandan, dijital alanda hırsızlık konsepti de yok (“hırsızlık, başka birinin kişisel mülkünü, o kişiyi mülkünü kullanmaktan yoksun kılacak şekilde almaktır”) çünkü her şey veri. Hukuki açıdan sizin verilerinizi çalamam, çünkü ardından verilerinizden yoksun kalmayacaksınız. Yalnızca yetkisiz şekilde erişebilir veya kopyalayabilirim. Yazılım korsanlığı bu yüzden hırsızlık kapsamında değil, daima telif hakkı ihlali kapsamında yargılanıyor.

Dijital mülkiyetin bir tweet’te özeti

Gerçek hayatta bir şey satın aldığınızda (diyelim ki bir ekmek), o şeye sahip olduğunuza itiraz etmek çok zor. Yalnızca itiraz edenlere fırından aldığınız fişi gösterebileceğiniz için değil, ekmeği elinizde tutup “Bakın işte ekmeğim burada, bu benim ekmeğim,” diyebileceğiniz için. Burada anlamamız gereken şu: Somut bir nesne olan ekmek eşsiz (birçok ekmek var ama yalnızca biri bu ekmek) ve yasal kontrolünüz altında bu ekmeği göstermek, ekmeğin sizin olduğunu kanıtlamak için yeterli. Dijital nesneler ise, amaçlanan kullanım süreçlerinde günde defalarca kopyalanan bit dizileri olmaları nedeniyle, bu özelliği taşımıyorlar. NFT dünyasının her birine bir seri numarası verme çözümü bu temel gerçeği değiştirmeye yetmiyor. Sizin sertifikalı çirkin maymun resminiz, benim sağ tıklayıp kaydettiğim resimle birebir aynı.

Peki mülkiyetin bu kadar kolay kanıtlanamadığı daha soyut başka şeyler yok mu? Bir araziyi ele alalım; araziye gidip yerleşmeniz sizi o arazinin yasal sahibi yapmaz. Mülkiyet haklarınızı kanıtlamak için bir tapu göstermeniz gerekir. Madem öyle, bu tapu kamuya açık, doğrulanmış ve sansürlenemez şekilde bir blok zincirinde de saklanabilir, değil mi? NFT’lerin lehine gibi görünen bu güçlü argüman aslında tam da NFT’lerin mat olduğu nokta. Bir arazi satın aldınız ve tapunuz da Ethereum blok zincirinde saklanıyor diyelim. Bu arazi üstündeki yeni evinize geliyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki ben (bornozumla) koltukta oturuyorum. “Burası benim evim, ben burayı satın aldım!” diye bağırarak akıllı sözleşmenizi gösteriyorsunuz. “Ben de burayı satın aldım,” diyerek size Solana blok zincirindeki eşit derecede geçerli kendi akıllı sözleşmemi gösteriyorum ve ekliyorum: “Ben Ethereum blok zincirinin otoritesini tanımıyorum” [6] Niye tanıyayım ki? Birbirine rakip bin tane blok zinciri var. Evet, bin tane. Tezos, EOSIO, Stellar, Neo, QTUM, Waves diğer örneklerden bazıları.. Bu noktadan itibaren izleyebileceğiniz birkaç yol var:

  • Arazimden çıkıp gidersiniz.
  • Buterin’in Ethereum Halk Cumhuriyeti’ni kurmasını bekler (bir oligarşi olacağı kesin), bir ordu kurar ve mülkiyet haklarınızı benimkilere karşı zorla uygularsınız.
  • Derdinizi yerel mahkemeye taşırsınız; en olası seçiminiz bu.

Tüm bunlar bizi mülkiyet kavramının iki önemli ön koşuluna getiriyor. Birincisi: Dijital mallar eşsiz olmadıkları için mülkiyetleri olamaz. İkincisi: Merkezi bir otorite (yani, devlet) olmadan fiziksel malların mülkiyeti olamaz. Dolayısıyla, NFT’ler bu iki ön koşulu da taşımadığı için mülkiyetlerinden bahsedilemez.

Peki NFT’ler ne?

İşin komik tarafı bu. Hiç kimse tam olarak bilmiyor. Düzenleyiciler epey bir düşünüp taşındıktan sonra bunları birer menkul kıymet olarak kategorize edebilir. Hukuk büroları, NFT’ye açık bir sözleşme eşlik etmediği takdirde örtülü sözleşmenin muhtemelen yalnızca dijital varlığı sergilemeyi kapsadığı konusunda uyarıyor. Bundan başka bir şey yapamazsınız. Örneğin, milyon dolarlık CryptoPunk‘ınızı tişörte basamazsınız. Çok acı, değil mi?

Optimistler NFT’leri sanatçıları sanat galerilerinin tekelinden kurtarak desteklemenin bir yolu olarak gösteriyor. Akıllı sözleşmelerin her satışta orijinal sanatçıya telif ödenmesini sağlayan provizyonlar içerdiğine vurgu yapıyorlar. Birçok sanatçının NFT satışlarından devasa ödemeler aldığını inkar edemeyiz, fakat NFT sanat piyasasının durumu medyanın etkisiyle oldukça çarpık algılanıyor, rekor paralarla gerçekleşen satışlar istisna niteliğinde. Sanatçı Kimberly Parker, bir veri bilimciyle birlikte yaptığı hesaplarla birçok ilginç gerçeği ortaya çıkardı.

NFT ilk satışları: Fiyat dağılımı. Kaynak

  • Satılan NFT’lerin büyük çoğunluğu (~%70’i) asla ikinci bir alıcı bulamıyor.
  • NFT’lerin yalnızca yaklaşık %10’u 400 USD üstünde bir fiyata satılıyor. Kapsam olarak bireysel sanat eserleri yerine koleksiyonlar alındığında da tam olarak aynı trend ortaya çıkıyor.
  • 100 USD’ye satılan bir NFT’nin platform ve gas ücretleri toplam fiyatın %70’i ila %150’sine tekabül ediyor. Bu durumda ortalama olarak bakıldığında sanatçılar aslında para kaybediyor.

Bu alanda çok başarılı olan projelere baktığımızda da karşımıza rahatsız edici bir resim çıkıyor; bir eserin gerçek sanatsal değerine kıyasla satıcının popülerlik yaratma ve medyanın ilgisini çekme becerisinin daha önemli olduğunu görüyoruz. Logan Paul veya MrBeast gibi influencer’ların dahil olduğu NFT “pump ve dump” oyunlarının ne kadar karlı olduğunu düşünürsek bu durum o kadar da şaşırtıcı değil. İşin içine Paris Hilton ya da Justin Bieber gibi ünlüleri katmak da aynı şekilde (imajları ve medyadaki güçleri dışında bir işe katabilecekleri ne var ki?). Öte yandan harekete geçirebileceğiniz bir kitleniz veya ünlülere erişiminiz yoksa ama birkaç yüz bin dolar harcayabilecek durumdaysanız rekor bir alım yapıp haberlere çıkmayı bekleyerek kendi popülerliğinizi de yaratabilirsiniz.

Peki NFT’ler gerçekten ne?

Çıkmaz sokağa girdik gibi görünüyor: NFT’ler yeterli mülkiyet kanıtı teşkil etmiyor ve tıpkı üstüne kurulu oldukları teknoloji gibi sadece halihazırda ünlü ve zengin olanlara kazandırıyor. Bitcoin ve Ether ile gerçek ürünler satın alamadığınız için bunların birer para birimi sayılamayacağından bahsetmiştik. Teorilere göre NFT’lerin tam da bu boşluğu doldurması hayal ediliyor: Nihayet para biriminin ekosistem içinde dolaşıma girmesini sağlayacak bir pazar yaratmak. İşin iç yüzünü anlamak için kripto para dünyasına para akışının nasıl gerçekleştiğini kavramak çok önemli.

Ether ve Bitcoin kendi ortamlarında yoktan var ediliyor, her bir ağın altyapısını sürdürmelerine karşılık birer ödül olarak madencilere adeta havadan geliyorlar. Fakat ödeyecek faturaları olan madencilerin eninde sonunda BTC veya ETH’lerini gerçek bir para birimine çevirmesi gerekiyor. İşin başında çok az yatırımla ciddi miktarda coin sahibi olabilen ilk kullanıcılar bile nakde çıkmayı istiyordu çünkü kripto paralarını harcayarak alabilecekleri bir şey yoktu.

Ethereum veya Bitcoin’le gerçek ürünler satın alamadığınız için bunları öncelikle dolar gibi gerçek bir para birimine çevirmekten başka yolunuz yok. Peki bunu nasıl yapıyorsunuz? Elbette borsa platformları var, ancak bunlar yalnızca satıcı ile alıcı arasında birer aracı görevi görüyor, her para biriminden fon ortaya koyarak işleri kolaylaştırıyorlar. 10 milyon USD değerinde ETH ile bu borsalardan birine gittiğinizde elinizdeki kripto paranın hepsini almayacaklardır. Piyasada 10 milyon USD’lik talep varsa tabii ki satışınızı yaparsınız. Aksi takdirde satış teklifiniz sistemde durur ve ancak mutlu Ethereum ailesine yeni insanlar katıldıkça satış zaman içinde yavaş yavaş gerçekleşir (tabii bu arada başka birileri daha cazip bir kurdan teklif sunmazsa).

Her sıra, ancak başka sıralarda bekleyen insanlar varsa kısalabiliyor

Bu plandaki dev hatayı görüyorsunuz, değil mi? Hangi aklı başında insan, bunlarla hiçbir şey satın alamayacağını bile bile ETH ve BTC’nizi alsın ki? Onların da eninde sonunda siber altınlarını dolara çevirmesi gerekecek. O halde niye sizin çektiğiniz bu çileyi çekmeye yanaşsınlar? Cevap, aldıklarından yükseğe satarak kar elde etmeyi ummalarında yatıyor. Haberlerde bahsetmedikleri acı gerçek, kripto para ekosisteminde devasa bir likidite problemi olması. Muazzam NFT satışları haberlerde dolar cinsinden anlatılsa da aslında ETH ile gerçekleşiyor; lanse edilen bu dolar fiyatı, kripto para dolara çevrilene kadar sadece teoride kalıyor. Yalnızca 100 ETH için talep varsa bir ETH’in (bu yazı yazıldığı sırada) yaklaşık 1.800 USD’ye satılması pek bir anlam ifade etmiyor. 10 milyon USD değerindeki Ether’iniz satılmayacak.

Özetlemek gerekirse, büyük coin sahipleri kaçınılmaz olarak nakde çıkma ihtiyacı içinde, fakat bunu sadece gelen sürekli bir insan akışı varsa yapabiliyorlar [7] Talebin arzı geçmesi kuru yükselteceği ve bozduranların kar marjını arttıracağı için idealde içeri akışın çok büyük olması gerekiyor. Yani kripto para kullanıcılarının kripto paranın kitlelerce benimsenmesinden direkt bir maddi kazancı var. Bu da ekosistemin tüm sistematik hatalarına karşı kör olmalarına neden oluyor. Upton Sinclair’in de dediği gibi, “Birine bir şeyi anlamaması için maaş veriliyorsa ona o şeyi anlatamazsın”.; insanların kripto para almasının tek rasyonel sebebi ise spekülatif kazanç elde etmek. Kripto dünyasının tamamı sadece yapısal olarak spekülasyona dayalı olmakla kalmıyor, aynı zamanda nakit akışını sağlamak için de spekülasyona varoluşsal bir gereksinim duyuyor. Spekülatörlerin de bir süre sonra aynı sorunla karşı karşıya kalıp kar elde etmek için sonraki bir alıcı dalgasına ihtiyaç duyacağı ve bunun böyle devam edip gideceği de gayet açık.

Bu bir piramit değil, düşük poligonal koni

Bu bağlamda NFT fenomenini hayati önem taşıyan bu yeni alıcıları çekmek üzere geliştirilen yapay bir popülerliği canlandırma çabası olarak yeniden yorumlayabiliriz. Ürünler (yani son derece çirkin JPEG veya PNG dosyaları) ile piyasa fiyatları arasındaki bariz uçurumu da böylelikle açıklayabiliriz. Bu aynı zamanda özel adasında emekliye ayrılmasını beklediğiniz büyük kripto sermaye sahiplerinin neden akıl almaz miktarlarda kripto parayı çöpe attığını da açıklar. Cevap basit: Çünkü nakde çeviremedikleri sürece Ether’leri beş para etmiyor. Bu yüzden coin’lerini insanların NFT’lerle servet kazandığına yönelik bir algı oluşturacak haberler yayarak ileride nakde çıkabilecek koşullar yaratmak için harcamaları oldukça mantıklı. Yani, çılgınlık düzeyinde satış fiyatları medyada bir heyecan yaratıyor, bu heyecan yeni alıcıları çekiyor, yeni alıcıların girişi de satıcıların nakde çıkmasını mümkün kılıyor.

Dolayısıyla eğer kripto para ve NFT’lerle ilgileniyorsanız bunlardan herhangi birini ekosistemin ana bileşeni sanmakla hata edersiniz. Kripto dünyasında önemli olan tek şey yeni katılımcılardır. NFT projeleri, dışarıdaki insanların hemen katılırlarsa (katılmak için de Ethereum satın almaları gerek) inanılmaz yatırım getirileri elde edeceklerine dair bir heyecan yaratma becerileri ölçüsünde başarılı oluyor.

“Adaletin gözü kördür,” derken bunu kastetmemişlerdi

Hayal edebileceğiniz üzere bu kadar toksik bir yapıda her türlü kötü niyetli girişim filizlenebiliyor, ekosistemde dolandırıcılıktan geçilmiyor. Gelmiş geçmiş her türlü dolandırıcılık oyunu bir şekilde bu cesur yeni dünyaya adapte edilmiş durumda. Üstelik herhangi bir düzenleme, tüketici koruma veya başvurulacak bir merci olmadığı için bunlar işlerin standart işleyiş biçimi haline gelmiş. NFT piyasasına girdiğinizde bunlarla haftada bir karşılaşıyorsunuz:

  • Proje organizatörlerinin fiyatları şişirmek ve sahte bir yüksek talep algısı oluşturmak için kendi token’larını satın alıp kendi işlettikleri hesaplar arasında alınıp satılıyormuş gibi gösterdikleri kendi kendine işlemler (wash trading).
  • Kripto para geliştiricilerin alıcı çekerek para biriminin değerini yükselttikten sonra alım satım işlemlerini durdurup toplanan bütün parayla kaçtıkları rug pull’lar. Birçok NFT projesi token sunmakla kalmayıp kendilerini birer kitle kaynak fırsatı (sayfa tahmin edebileceğiniz sebeplerle arşivlenmiş) olarak lanse ediyor. Satıştan elde edilen paranın yan ürünler, filmler, video oyunları gibi başka ürün ve hizmetlerin yaratılmasına yatırılacağını iddia ediyorlar. Katılımcılar, ilgili bazı DAO’lar sayesinde bu yan projelere katılabiliyor. Değiştirmeyi amaçladıkları sektörler hakkında hiçbir fikri olmayan bir takım insanlardan bekleyeceğiniz üzere çoğunlukla vadediklerini gerçekleştiremiyor ve/veya fonları alıp kaçıyorlar.

Siber güvenlik açısından da her türlü saldırıyı bekleyebilirsiniz; kimlik avları, akıllı sözleşme hacklemeleri, kötü amaçlı yazılımlar, pazar yeri sızıntıları… Tabii klasik sanat hırsızlığını da unutmamak lazım; ne de olsa size ait olmayan bir sanat eserinden NFT yaratmanızı engelleyecek hiçbir önlem yok. Bu durum o kadar yaygın ki DeviantArt otomatik olarak NFT ihlallerini tespit eden bir özellik geliştirdi. Özellik şimdiye kadar 80.000 alarm verdi.

Bu arada Twitter’ın avukatları da Seth Green’in hala Bored Ape televizyon projesini sürdürmek için gereken telif haklarına sahip olup olmadığını düşünmekle meşgul. NFT’sini geri almak için 100.000 USD ödemesi NFT dünyasında olumlu bir sonuç olarak algılandı.

Sonuç

Evet, nihayet bu korku tünelinin sonuna geldik. Biraz uzun sürdü ama sonunda bu yazı dizisine başlarken sorduğumuz soruya cevap verebiliriz. NFT satın almalı mısınız? Hayır. NFT’lerden uzak durun. Kripto paradan da uzak durun. Faydacı bir bakış açısıyla bu ekosistemi desteklemenin sonuçlarını göz ardı edip kısa sürede zengin olma planınıza odaklanabileceğinizi düşünseniz bile çok büyük olasılıkla canınız yanacak, hem de çok fena şekilde. Tıpkı altındaki katman gibi NFT ortamı da en iyi oyuncuların her zaman avantaj sahibi olduğu, sizinse pastadan bir kırıntı koparmak umuduyla sürekli çeşitli dolandırıcılık girişimleriyle uğraşıp duracağınız şekilde tasarlanmış bir yapı. Size verebileceğim en iyi tavsiye şu: Ne zaman pump’a katıldığınızı düşünüyorsanız bilin ki dump’ın içindesiniz.

Geldik milyon dolarlık, hayır, milyarlarca dolarlık soruya: NFT’ler bir tür dolandırıcılık mı? Bu sorunun cevabı, tanımınıza göre değişir. Kumarhaneler dolandırıcılık mı? Tüm oyunlar kumarhanenin daima istatistiksel avantaja sahip olacağı şekilde tasarlanır (iyi oyuncular bunu %0,5’e düşürebilse de blackjack bile böyledir). Fakat şanslıysanız kumarda kazandığınız parayı yeniden kaybetmeden önce kumarhaneyi girdiğinizden daha zengin biri olarak tek edebilirsiniz. Kumarhane sahipleri büyük resimde kazananın hep kendileri olacağını bilir. Kaybedenleri içeri çekmek için ara sıra böyle başarı hikayelerine ihtiyaç olduğunu da bilirler. Bu dolandırıcılık mı? Kendiniz karar verin. NFT’ler de pek açıdan aynı. Tek farkı, 21. yüzyılın yasalarla düzenlenmiş kumar endüstrisinde değil, teknolojik Vahşi Batı’da olmanız. Sizi çok fena silkeleyecekler.

Bu yazı yayınlanır yayınlanmaz mesaj kutumun bir gecede zengin olanların gerçek hikayeleriyle dolup taşacağına eminim, tıpkı bu konuda araştırma yaptıysanız sizin de durmadan karşılaştığınız gibi. NFT’lerin ara sıra birilerinin hayatında iyi şeylere yol açtığını inkar etmiyorum. Fakat iyiliklerinin kötülüklerine, sahte vaatlerine, yağmacı yapılarına, yıktıkları hayatlara ağır basması mümkün değil (üstelik henüz tüm kötülüklerinden bahsetmedim bile).

Size son tavsiyem şu: NFT sahiplerinin size söylediği tek bir kelimeye bile inanmayın. En azından sizi oyuna katılmaya ikna etmenin kar-zarar hanelerini doğrudan etkilediğini anlatabildiğimi umuyorum. Bir JPEG dosyası bağlantısına on yıllık maaşını yatırmaktan kaynaklanan zihinsel tutarsızlıktan bahsetmiyorum bile. Göstermelik kardeşliklerinin altında, içlerinde bir yerlerde, alım satımın en iyi ihtimalle sıfır toplamlı bir oyun olduğunu kendileri de biliyor. Herkes kendini kurtarmaya çalışıyor.

Çocukları NFT’lerin tehlikelerine karşı eğitmek

Şimdiye kadar ne öğrendik? Birincisi, kripto para birimleri sadece birer spekülasyon aracı. İkincisi, daha da spekülatif araçlar olan NFT’ler, kripto para birimlerine trafik sağlamak için kripto para birimleri üstüne kurulu. Fakat işler burada bitmiyor. Çünkü… Niye bitsin ki? Bunların hepsinin üstüne kurulan son bir parça daha var. Yazı dizisinin son bölümünde metaverse denen teknolojik felaketi ele alacağız ve büyük olasılıkla bu felaketin enkazında rehin tutulduğumuzu keşfedeceğiz. Kripto paranın ve NFT’lerin gerçek dünya ekonomileri üstündeki etkilerini ve siyasi sonuçlarını tartışarak diziyi biraz kasvetli bir şekilde bitireceğiz.

İpuçları